Irak’ta iktidar savaşı: Krizin tarafları kimler, tünelin ucunda ışık var mı?
Fehim Taştekin, Gazeteci-Yazar

Kaynak, Reuters
Ekim 2021’deki seçimden bu yana hükümet kuramayan Irak siyaseti restleşme ve sertlik döngüsünden çıkamıyor. 2003’deki işgalin peşinden kurulan mezhepçi-etnik tabanlı iktidar bölüşüm sistemi, Sünni-Şii ya da Arap-Kürt kavgasıyla malul iken bu sefer Şii-Şii uzlaşmazlığı Irak’a ecel terleri döktürüyor. 29-30 Ağustos’taki son tırmanış geride 23 ölü, 700 yaralı bırakırken, Irak’ı karanlık tünelden çıkaracak ışık hemen hemen belirmiş değil.
Krizin bir tarafında başta ABD ve İran olmak suretiyle tüm dış güçlerin etkisine karşı milliyetçi dalga üstünde sörf yaparak seçimden galip çıkan Şii önder Mukteda es-Sadr var. Öteki tarafında Sadr’ın sistem dışına çıkıp çoğunluk hükümeti kurma çabasını bloke eden Şii partilerin buluşmuş olduğu Koordinasyon Çerçevesi bulunuyor.
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı halk seferberliği olarak doğan Haşdi Şabi’nin siyasal kanatlarını da barındıran Koordinasyon Çerçevesi, İran’ın da yönlendirmesiyle tüm Şii partilerin ortak başbakan adayını belirledikten sonrasında meclis başkanlığı için Sünnilerle, cumhurbaşkanlığı için Kürtlerle pazarlığa oturulmasını önceliyordu.
Sadr ise Türkiye ve bazı Arap aktörlerin de desteklediği bir formülle Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Sünni blokla antak kalma yoluna gitmişti. Sadr’ın bu tercihi İran nüfuzuna meydan okuma olarak algılanmıştı.
Sadr, Koordinasyon Çerçevesi’nde bilhassa Kanun Devleti Koalisyonu Başkanı Nuri el-Maliki ile ters düştü. Aralarındaki düşmanlık Maliki’nin başbakan olduğu dönemde, İngiliz ve Amerikan güçlerine kafa tutan Mehdi Ordusu’nu dağıtmak için güç kullandığı 2008’den beri sürüyor.
Sadr, Haşdi Şabi ile bağlantılı yapılara kapıyı kapattığı için Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri ve Asayib Ehl’ül Hak lideri Kays el-Hazeli’yi de karşısına almış oldu. Koordinasyon Çerçevesi’nde geriye Sünni ve Kürt çevrelerde ılımlı çizgisiyle malum Ammar el-Doktor’in Ulusal Hikmet Akımı ve eski Başbakan Haydar el-İbadi’nin Nasr Koalisyonu kalıyor.
Sadr planları yargı marifetiyle iyi mi çökertildi?
Sadr seçimlerin peşinden Türkiye’nin bir araya getirmiş olduğu Sünni liderler Muhammed el-Halbusi ile Hamis Harçer’le anlaştıktan sonrasında meclis başkanlığına Halbusi’yi seçtirerek sınavın ilk aşamasını atlattı. Sıra cumhurbaşkanlığına vardığında çelme yedi.
Kürt cephesinde cumhurbaşkanlığının Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB), Kürdistan Yönetimi Başkanlığı’nın KDP’de olması yönündeki mutabakat yerini bundan önceki seçimden beri özgür rekabete bırakmıştı. KYB, Cumhurbaşkanı Berhem Salih’i tekrardan seçtirmek isterken KDP eski Maliye Bakanı Hoşyar Zebari’yi öne sürdü.
KDP Sadr ile el sıkışırken KYB, Koordinasyon Çerçevesi ile ortaklığa gitti. Koordinasyon Çerçevesi, Zebari’yi yargı yöntemiyle diskalifiye etti. KDP bu kez Reber Ahmed’i aday gösterdi fakat Yüksek Yargı meclisin toplanması için üçte iki çoğunluğun koşul olduğuna hükmedince Sadr’ın planı ikinci kez açığa düştü.
Sadr’ın İran tesiri altında olmakla suçlamış olduğu Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan’a harp açmasının sebebi de buydu. Sadr, cumhurbaşkanı ve başbakanı seçmek suretiyle meclisi üç kez toplamayı denedi fakat başarı göstermiş olamadı. Bunun üstüne karşı tarafa “Meydan sizin” diyerek kenara çekildi. Onlar da hükümeti kuramadı.

Kaynak, EPA
Sadr’ın popüler baskıyla netice alma stratejisi niçin işe yaramadı?
Sadr Haziran ayında kendisine bağlı 73 milletvekilini çekilme ettirerek erken seçim seçeneğini zorladı. Fakat yasa gereği çekilme edenlerin yerini en oldukca oy alan sıradaki adaylar doldururken Koordinasyon Çerçevesi’nin partileri 130 milletvekili sayısına 40 daha ilave etmiş oldu. Yüzü en fazla gülen Maliki idi. Böylece Maliki’nin tekrardan başbakan olma hevesleri dirildi.
Sadr bir tweetle Maliki’nin önünü kesti. Arkasından 13 Temmuz’da Maliki’nin siyaseti alt üst eden ses kasetleri sızdırıldı. Maliki, Sadr’a “korkak”, “hain”, “yırtıcı”, “bilgisiz” ve “komplocu” diyordu. Şiiliğe tehdit olarak görmüş olduğu Sadr’ı işgal esnasında İranlılar tarafınca silahlandırıldığını fakat ondan sonra İngilizlere ajanlık etmekle suçluyordu. Sünnileri “Korkulu” diye niteleyen ve bir tek kendi kabilesine güvenen Maliki, Haşdi Şabi için “Korkaklar kümesi” ifadesini kullanıyordu. Haşdi Şabi içindeki Ketaib Hizbullah ve Asaib Ehl’ul Hak’ı da İran’ın kontrolündeler diye eleştiriyordu.
Bunun üstüne Sadr, Maliki’yi tövbe edip siyaseti bırakmaya, yargıyı da gerekeni hayata geçirmeye çağırdı. İkisi de karşılık bulmadı. Kendi içinde uzlaşmazlıklar ve husumetler barındıran Koordinasyon Çerçevesi’nin istikameti bu kasetlerle de bozulmadı.
Sadr’ın hasımları 25 Temmuz’da eski bakan Muhammed Şiya el-Sudani’yi başbakanlık için aday gösterdi. Sudani, İran’ın ne tercih etmiş olduğu ne de karşı çıkmış olduğu bir isimdi. Ayrıca Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani başından beri bu krizi çözmek için Bağdat’a gide gele tüm kredisini tüketti. Sudani’yi Maliki’nin adamı olarak gören Sadr tepkisini göstermek suretiyle adamlarını 27 Temmuz’da Meclis’e gönderdi. Koordinasyon Çerçevesi 30 Temmuz’da oylamaya hazırlanırken Sadr Meclis’i tekrardan işgal ettirdi.
Sadr Meclis’in feshi, erken seçim ve mezhep kotalarını kaldıran sistem değişikliği için ısrar ederken diyalog girişimine faydasız buldu Meclis işgali 2 Ağustos’ta bitse de oturma eylemleri üç hafta bina haricinde, sonrasında Yüksek Yargı önünde devam ettirildi.
Meclis’in feshi talebine “Yetkim yok” yanıtını veren Yüksek Yargı oturma eylemine misilleme olarak Sadr Hareketi’nin üç lideri hakkında tutuklama ve mal varlıklarına el koyma sonucu verdi. Bu sefer kavganın odağına yargı oturdu.
Dini merciinin emeklilik sonucu ile Sadr’ın siyaseti bırakması birbiriyle niçin bağlantılı?
Çıkmaz sürerken Sadr Hareketi’nin tabanındaki fetva makamı Büyük Ayetullah Kazım el-Hairi 29 Ağustos’ta merciilik görevini bıraktı. Hairi takipçilerinden bundan bu şekilde İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’i mercii olarak takip etmelerini istedi. Bu denklemi bozabilecek bir hamleydi. Bunun üstüne Sadr siyaseti tamamen bıraktığını ve ailesine bağlı birkaç kurum haricinde hareketin askeri, siyasal ve ekonomik tüm yapılarını kapatma sonucu aldığını duyurdu.
Sadr ek olarak hareket adına siyasal ve yönetimsel etkinlik yürütülmesini, çarpıcı sözler atılmasını, gosteri yapılmasını, bayrak dalgalandırılmasını ve toplumsal medyada paylaşım yapılmasını yasakladı. Bu kararlar Sadr yanlılarını tekrardan ateşledi.
Bağdat’taki Yeşil Bölge işgal edilirken çıkan çatışmalarda 23 şahıs öldü, 700 şahıs yaralandı. Mehdi Ordusu’nun yerini alan Seraya el Slm da silahlarıyla Yeşil Bölge’deydi. Sadr şiddete son verilmesi için açlık grevi başlatıp akan kandan dolayı özür diledi. Başbakan Mustafa el Kazımi’nin talebi üstüne 30 Ağustos’ta taraftarlarına şu şekilde seslendi:
“Bu devrim değil şundan dolayı barışçıl karakterini yitirdi. Bir saat içinde Yeşil Bölge’den çekilmezseniz ben hareketten ayrılacağım.”
Bu davet Yeşil Bölge’nin boşaltılmasına yetti. Fakat ne gerilim bitti ne de orta yol bulunmuş oldu.

Kaynak, EPA
Sadr’ın kararları siyasal intihar mı?
Sadr tırmandırma stratejisiyle siyasette hedeflediği yolu açmaya çalıştı. Bu tarz şeyleri yaparken kitleleri mobilize etme gücüne güvendi. Fakat netice alamadı. Son barut siyasete vedaydı. Siyaseti daha ilkin de bırakmış fakat geri dönmeye ikna edilmişti.
Bu sefer tüm kurumları dağıtma sonucu ciddi bir durum. Sadr’ın tutumu siyasal kurumlara öfkeli olan taraftarlarını kontrolsüz bir sürece çekiyor. Sokaktaki yangının Sadr’ı müdahale etmeye zorunlu bırakması siyaseten emekliliğin imkânsızlığını kanıtlıyor. Kendisi de “Denetim dışı milislerin olması Sadr Hareketi’nin de denetim dışı olacağı anlamına gelmiyor” diyerek niçin çekip gidemeyeceğini göstermiş oldu.
Mühim dini liderler barındıran ailesinin Şii dünyadaki yeri Sadr’ın temel gücü. Irak’ta 2003 sonrası sistem partilerine artan öfkeyi siyasete tahvil eden çıkışlarıyla da desteği yaydı. Bu saatten sonrasında bunu kolayca kendi kendine bırakamaz.
Tarafların krizden çıkış haritası var mı?
Hareketin sözcülerine gore Sadr milisler, mezhepçilik, mezhep kotaları ve mevcut partilerin olmadığı yeni bir Irak istiyor. Sadr ülkeyi 2003’den bu yana siyasal süreçte yer edinen parti ve şahsiyetlerin men edilmiş olduğu bir seçime götürecek antak kalma önermişti. Buna Şii rakipleri bunu gerçekçi bulmadı. Koordinasyon Çerçevesi ise meclisin bir an ilkin toplanması, cumhurbaşkanı ile başbakanın seçilmesi ve hükümetin kurulmasını istiyor. Kazımi’nin yürüttüğü diyalog çabalarının neticesinde partiler anayasal çerçevede erken seçime gitmeyi kabul etti. Fakat iyi mi bir mekanizma ile seçime gidileceği mevzusunda düşünce birliği yok.
Meclis çoğunluğunu yakalayan Şii partiler seçim yasasını değişiklik yapmak ve yeni bir hükümetle seçime gitmekten bahsediyor. Mecliste tek bir vekili kalmayan Sadr ise seçim yasasında değişikliğin kendileri için hayırlı olamayacağını biliyor. Bazıları hükümet kurmanın aylarca bitmeyecek çıkmazlara yol açacağını belirtip Kazımi’nin başkanlığında sandıkların kurulmasını tercih ediyor. Sistemde köklü değişikliğe gitmeden seçimin tekrarlanmasının değişik bir netice doğurmayacağını düşünenler de oldukca.
Sadr’ın değişmesini istediği sistemin mantığı, Şiileri Sünniler ve Kürtlerle dengeleme mantığına dayanıyor. Paylaşımcı sistem belli başlı tüm partilerin iktidardan hisse kopardığı fakat kimsenin mesuliyet almadığı, etkili bir fren mekanizması olarak karşıcılık partilerinin bulunmadığı, kimsenin hesaba çekilemediği, dini ve mezhebi grupların rehinesi haline gelen siyasetin sandıkta gerçek bir yüzleşmeyle karşılaşmadığı açmazlar üretti. Bunu değiştirecek toplumsal baskı ya şiddetle karşılaşıyor ya da bizzat kendisi sertlik üretiyor.
Ülke makamları ve kurumları mesele çözmede yetersiz. Krizin boyutları dış aktörlerle ilişkileri dengeli götürmüş olan Kazımi’yi de aşıyor.

Dışardan müdahale krizin aşılmasına destek verir mu?
Germişte dini merciler ve belli başlı dış erkek oyuncular ülkeyi mutlak bir kaosun kıyısından alan müdahalelerde bulundular. Belli krizler İran ile ABD içinde örtülü mutabakatlarla aşıldı. ABD’nin İran’a azami baskı siyaseti Irak’taki paslaşma zemini aşındırdı. Türkiye ise IŞİD’in palazlanmasından görevli tutulan aktörlerin başlangıcında geldiği için kolaylaştırıcı rolünü yitirdi.
Sadr’ın satın almış olduğu öfkenin muhatapları içinde üsleri, askeri operasyonları, siyasete müdahale girişimleri yüzünden Türkiye de var. ABD’nin Irak siyasetini yoğurmadaki en mühim kanallarından biri Kürtlerdi. Kürtlerin Şii çatlağında ayrı ayrı kanallara girmeleri ABD’yi etkili bir müdahale aracından yoksun bıraktı. ABD, KDP ve KYB arasındaki sorunları yok etmede eskisi kadar marifetli değil. Benzer ağırlık yoksunluğu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafınca öldürülmesinden sonrasında İran tarafında da var.
Süleymani bir tek Şiiler değil Kürtler ve Sünni gruplarla ilişkilerde de etkiliydi. Süleymani’nin çizmeleri halefine epey büyük geldi. Sadece ABD ve İran nükleer dosyada tekrardan uzlaşır da gerilimde vites küçültürlerse Irak sahnesinde paslaşma dönemine geri dönebilirler. Son gelişmeler bu paslaşmayı iki tarafa da emrediyor.
İran, Şii-Şii çatışmasının Irak’ta 2003 sonrası edinmiş olduğu nüfuz kapasitesine ve ticari ilişkilerine darbe vurmasından korkuyor. Mevcut sistemdeki mimarinin birincil sorumlusu ABD de Irak’ın kontrolden çıkmasını kendi çıkarına görmüyor.
Şii merciler süreci iyi mi etkiliyor?
Bu krizin mühim fakat minimum konuşulan tarafı dini merciler. Necef havzasının en büyük mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani sözünün çiğnendiği pozisyonlara girmek istemiyor. Geçmişte anayasa referandumu ve IŞİD’le harp şeklinde eleştiri dönemeçlerde yön verdi. Fakat siyasal arena o denli kirlendi ki Sistani ilke ve sorumlulukları hatırlatmak haricinde fazla müdahil olmuyor.
Hairi’nin sıhhat ve yaşlılık sebebi öne sürülerek merciilik makamını bırakıp Tahran’a yön vermesi krizin “ruhaniler” boyutunu açığa çıkarıyor. Sadr havzadaki eğitimini hemen hemen tamamlamadığı için bir fetva makamı değil. Çıkıp “Mercii benim” demesi beklenmez. Bunun kendi iç süreçleri var. Sadr, İran’da ikamet eden Hairi’nin çekilme kararını kendi iradesiyle almadığın savundu.
Hairi ve Sadr’ın babası Muhammed Sadık el Sadr, 1980’de Saddam’ın idam etmiş olduğu Büyük Ayetullah Muhammed Bakır el Sadr’ın önde gelen iki varisiydi. Sadık el Sadr da ölümünden ilkin “Oldukça bilge” diye övdüğü Hairi’nin takip edilmesini istemişti. Hairi’nin en büyük takipçi kitlesi Sadr Haraketi’nde. Buna karşın Sadr, İran’la bağları sebebiyle Hairi’ye mesafeliydi. Hairi takipçilerini Hamaney’e yönlendirerek bir öykünmek mercii atama etmenin ötesinde Sadr’ın siyasal eğilimine darbe vurmuş oldu.

Kaynak, EPA
İki Şii havza içinde Sadr’ın açmazları neler?
Sadr’ın bayraktarlığını yapmış olduğu Irak esaslı politika, kaçınılmaz olarak Kum havzasına karşı Necef havzasını da öne çıkarıyor. Sadr çelişkinin tam ortasında bir önder. 1998’de öldürülünceye kadar babasının medresesinde eğitim almış, ondan sonra Afganistanlı Büyük Ayetullah Muhammed İshak el Fayyad’ın yanına geçmişti. Fayyad, İran asıllı Sistani şeklinde İran İslam Cumhuriyeti’nin temeline konulmuş olan Velayet-i Fakih anlayışını reddediyor.
Bugün Necef havzasının İran’la ayrışmasındaki en mühim unsur Velayet-i Fakih meselesi. Sadr ile Hairi arasındaki kopuş kendini Irak işgali sonrası açığa vurdu. 2004’te Hairi’nin “Sadr artık benim rehberliğimi takip etmiyor” söylediği söyleniyor. O zaman Sadr yeni kurduğu Mehdi Ordusu’yla işgalcilerin işini zorlaştırmakla meşguldü. Genel olarak Şii hareketler, Saddam sonrası iktidarı altın tepside sunan işgalcilere maslahat gözlüğünden bakıyordu. Bugün de Sadr taraftarları, Koordinasyon Çerçevesi’ni aşağılamak için “Irak’ı terk edip Amerikan tankları üstünde iktidara dönenler” ifadesini kullanıyor.
Sadr, 2008’de Mehdi Ordusu’nun Irak hükümet güçlerince dağıtılması üstüne Kum’a sürgüne gittiğinde Hairi’nin kendisini makamında kabul etmediği söyleniyor. Sadr 2014’te siyaseti ikinci kez bıraktığında İran’daki dini eğitimine dönmüştü. Kum’da Ayetullah Cafer Sobhani’nin yanında derslerini sürdürüyor. Kendisi Kum havzasında fakat Hairi’ye cevap verirken Necef’in Şiiliğin en büyük havzası bulunduğunu söylemiş oldu. Bu da kendisi açısından yeni bir yön olabilir.
Haşdi Şabi’nin dağıtılması ve çoğunluk hükümeti kurulması ısrarıyla İran’ı kızdırdığı açık. 30 Ağustos’ta çatışmaya girenleri cehennemlik olarak nitelerken “Silahlı milisler dağıtılsaydı bunlar olmazdı” diyerek Haşdi Şabi’yi tutanları iğneledi. Tahran’la yaşamış olduğu gerilime karşın Sadr’ı İran düşmanı olarak görmek de yanıltıcı olabilir. “İran devletini zayıf düşürmek haramdır” diyen babasının öğretisine ihanet etmeyeceğini, hatta Irak’tan İran’a saldırması halinde Amerikan güçlerine karşı savaşacağını söylüyordu.
Son tırmanıştan sonrasında hala aynı noktada mı, kim bilir?
Yoruma kapalı.